Hadi bir Ücretsiz Ön Görüşme yapıp işletmenize özel yol haritanızı çıkaralım.

VERGİDE EŞİTLİK İLKESİ

VERGİDE EŞİTLİK İLKESİ
  1. Giriş

Vergilemede eşitlik ilkesi, adaletli bir toplumun temelini oluşturan ve vergi hukukunun merkezinde yer alan bir kavramdır. Bu ilke, bireylerin ve kurumların, kişisel özellikleri veya sosyal konumlarından bağımsız olarak, vergi yükünün adil bir şekilde dağıtılmasını ve herkesin mali gücüne uygun olarak vergilendirilmesini temin eder. Vergilemede eşitlik, sadece yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda sosyal adaletin ve ekonomik verimliliğin sağlanmasında da kritik bir öneme sahiptir (Ateş, 2006).

Vergilemede eşitliğin sağlanması, bireylerin ve kurumların ekonomik faaliyetlerini adil bir şekilde katkıda bulunmalarını gerektirir. Bu bağlamda, gelir düzeyleri, varlık büyüklükleri ve ekonomik faaliyetlerin çeşitliliği gibi faktörlerin vergilendirme sürecinde dikkate alınması önem taşır. Vergilemede eşitlik ilkesinin uygulanması, mükelleflerin vergi yükümlülüklerini adil bir şekilde paylaşmalarını sağlayarak, toplumsal refahın artırılmasına ve ekonomik adaletin sağlanmasına katkıda bulunur (Şenyüz, 2013).

Bu çalışma, vergilemede eşitlik ilkesinin teorik temellerini ve pratikteki uygulamalarını derinlemesine inceleyerek, vergi adaleti ve eşitliğin sağlanmasında karşılaşılan temel sorunlara çözüm önerileri sunmayı amaçlamaktadır. Vergilemede eşitliğin sağlanması, hem mükelleflerin haklarının korunması hem de devletin kamu hizmetlerini finanse etme kapasitesinin sürdürülebilirliği açısından hayati öneme sahiptir. Bu giriş bölümüyle, vergilemede eşitlik ilkesinin kapsamlı bir şekilde anlaşılmasına ve bu ilkenin toplumun genel refahına nasıl katkıda bulunduğunun değerlendirilmesine zemin hazırlanmaktadır.

  1. Genel Olarak Eşitlik İlkesi

Eşitlik kavramı, bireylerin cinsiyet, ırk, din, dil, siyasi görüş ve benzeri özelliklerine bakılmaksızın, toplumun tüm alanlarında eşit muamele görmelerini ifade eden temel bir adalet ve insan hakları prensibidir. Bu ilke, her bireyin kanun karşısında eşit olduğunu ve toplum içindeki farklı sosyal, ekonomik ve politik süreçlere eşit şekilde katılım hakkına sahip olduğunu vurgular. Eşitlik ilkesi, demokratik toplumların temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve adaletli bir toplum yapısının inşasında kritik bir role sahiptir.

Eşitlik, sadece yasal düzenlemelerde değil, eğitim, istihdam, sağlık ve sosyal hizmetler gibi toplumun çeşitli alanlarında da bireylerin eşit haklara ve fırsatlara sahip olmalarını gerektirir. Bu, bireylerin potansiyellerini tam olarak gerçekleştirebilmeleri ve toplumun genel refahına katkıda bulunabilmeleri için önemlidir.

Eşitlik ilkesi, tanımlanabilir eşitlik, ahlaki eşitlik, kanun önünde eşitlik, fırsat eşitliği ve politik eşitlik olmak üzere beş temel grupta incelenir. Her bir alt kategori, eşitliğin farklı yönlerini ele alarak, toplumun her kesiminde adaletin sağlanmasına yönelik çerçeveyi genişletir. Kanun önünde eşitlik, bireylerin yasal süreçlerde aynı muameleyi görmesini sağlarken, fırsat eşitliği, her bireyin eğitim ve iş hayatında eşit fırsatlara sahip olmasını ifade eder (Öden, 2003).

Sosyal devlet anlayışında eşitlik ilkesi, vatandaşların haklarını koruma ve çıkarlarını savunma amacı taşır. Devlet, vatandaşlarının eşit hak ve özgürlüklere sahip olmalarını garanti altına alarak, toplumsal adaleti ve barışı teşvik eder. Eşitlik ilkesinin uygulanması, toplumda ayrımcılığın önlenmesi ve her bireyin insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürebilmesi için temel bir ön koşuldur (Budak, 2010).

Sonuç olarak, genel eşitlik kavramı, adaletin, özgürlüğün ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde merkezi bir rol oynar. Bu ilke, bireylerin toplum içindeki eşit statüsünü vurgulayarak, çeşitliliğin ve farklılıkların kutlanmasını sağlar. Eşitlik ilkesinin toplumun her alanında etkin bir şekilde uygulanması, daha adil, kapsayıcı ve dayanışmacı bir toplum yapısının inşasına katkıda bulunur.

3-Vergide Eşitlik İlkesi Kısa Tarihçesi;

Vergilemeyle ilkeleri geçmişten günümüze kadar İbn-i Haldun,

Hume,Mostesqui, Hoppes, Adam Smith, Adolph Wagner, Fritz Neumark, Gerloff, Due gibi

birçok düşünür

çeşitli önerilerde bulunmuşlardır. Bu öneriler doğrultusunda vergilemeyle ilgili ilkeleri

genel olarak ilk olarak kanunilik, verginin , tarafsızlık, fedakarlıkta eşitlik, ilkeleri

olarak ifade edilebilir.

Modern çağ olarak nitelendirilebilecek 1789 Fransız İhtilali ve sonrasında başlangıç

olarak önemli sayılabilecek hususlardan ilki 3 Eylül 1791 yılında yayınlanan Fransız

İnsan Hakları ve Yurttaş Hakları Bildirisi’dir (www.istanbul.edu.tr,2013). Söz konusu

bildirgenin 13. maddesinde kamusal hizmetleri devam ettirmek için verginin kaçınılmaz

olacağını ve bu verginin bütün yurttaşlar arasında, bu yurttaşların olanakları dahilinde

eşit olarak ödeneceği vurgulanmıştır (www.istanbul.edu.tr,2013). Yurttaşların

temsilcileri aracılığıyla verginin gerekliliğini, vergilemenin serbestçe kabul edileceğini,

vergi gelirlerinin nerede kullanıldığının gözlemlenmesi, verginin miktarı, matrahını,

tahakkuk biçim ve süresinin belirlenmesi söz konusu bildirinin 14. maddesinde

vurgulanmıştır (www.istanbul.edu.tr,2013). Bahsi geçen maddelerle verginin genellik,

eşitlik ve yasallık ilkelerine göre alınacağı ifade edilmiştir

10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararıyla kabul edilen

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 17. maddesinde herkesin kendi başına veya

başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkının olduğu, ayrıca keyfi olarak da kimsenin

mülkiyetinden yoksun bırakılamayacağı ifade edilmiştir (www.tbmm.gov.tr,2013). 17.

madde ile bir yandan mülkiyet hakkının temel bir hak olduğu vurgulanırken bir yandan

da dolaylı olarak keyfi vergilemenin yapılamayacağını; vergileme yapılacaksa da

mantıklı bir sebebe dayanması gerektiği belirtilmiştir.

Ancak bütün bu tarihsel süreç içerisinde maliye literatürüne girmiş çeşitli iktisadi

düşünürler belli başlı bazı vergileme ilkeleri öne sürmüşlerdir. Öne sürülen vergileme

ilkelerinin temeli yukarıda bahsi geçen çeşitli olaylara dayanmakla birlikte günümüzde

vergi ile ilgili birçok yasaya ilham vermiştir. Söz gelimi Türkiye Cumhuriyeti

Anayasası’nın mali güç ve adalet ilkesi Adam Smith’in vergileme ilkeleri ile uyum

gösterirken genellik ve eşitlik ilkesi Wagner’in vergileme ilkeleri ile benzeşmektedir.

Yine aynı şekilde 1982 Anayasası’nın 73. maddesinde ifade edilen vergi yükünün

adaletli ve dengeli dağılımının maliye politikasının sosyal amacı olduğu düsturu Fritz

Neumark’ın yeterlilik ve esneklik ilkeleri ile uyuştuğu ifade edilebilir. Benzer şekilde

Gerloff’un vergileme ilkelerinden genellik ve nispilik ilkesi ile 1982 Anayasası’nın

genellik ve mali güç ilkeleri birbirleriyle uyuşmaktadır. Heinz Haller’in de maliye

politikası ile vergilendirme ilkelerini bağdaştırdığı ele alındığında 1982 Anayasası’nda

bahsi geçen maliye politikası ile benzeştiği görülecektir.

Dolayısıyla Adam Smith, Adolph Wagner, Fritz Neumark, John Due, Heinz Haller ve Wilhelm Gerloff gibi düşünürlerin yanı sıra İbn-i Haldun’un da vergilendirmeyle ilgili görüşlerinin anayasal temelde yadsınamayacağı aşikardır. (Ahmet TEKN, Yrd. Doç. Dr –Öner GÜMÜ,)

  1. Vergide Eşitlik İlkesi ve Kanuniliği

Vergi hukukunun temel taşlarından biri olan eşitlik ilkesi, genellik ve eşitlik ilkelerinin 18. yüzyıldan beri süregelen tarihsel köklerine dayanır. Anayasanın mali gücü ölçüsünde herkesin kamu giderlerini karşılamakla yükümlü olduğunu belirten 73. maddesi ve herkesin kanun önünde eşit olduğunu vurgulayan 10. madde, vergi hukukunda eşitlik ilkesinin temelini oluşturur. Bu maddeler, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtımının maliye politikasının sosyal amacı olduğunu ve devlet organlarının işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun davranmaları gerektiğini belirtir (Altay, 2021).

Bu hükümlerden çıkan temel sonuç, vergilendirme ve vergisel işlemlerde, Anayasa’nın 10. maddesinde sayılan ekonomik olmayan sebeplerle ayrımcı muamele yapılmasının yasak olduğudur. Yatay adalet, benzer durumdaki bireylere benzer vergisel işlemlerin uygulanmasını gerektirirken, dikey adalet, farklı durumda olanlara bu farklılıkların ölçüsünde muamele edilmesini öngörür. Bu adalet anlayışı, ilişkili veya uygun farkların bulunması halinde eşit olmayan muameleye izin verebilen biçimsel eşitlik anlayışına dayanır (Öden, 2003).

Vergi, resim, harç gibi mali yükümlülüklerin Anayasa’nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasına uygun olarak kanunla konulması, vergilendirme işlemlerinin kanuni usule bağlı kalmasını ve mükellefler arasında eşitliğin sağlanmasını gerektirir. Kanundaki matrah ve oranlara göre hesaplanan vergi miktarlarının idare tarafından keyfi olarak değiştirilmesi, benzer hukuki durumdaki mükelleflere farklı miktarların uygulanabilmesine ve dolayısıyla Anayasa’nın sınırları dışında keyfîliğe yol açabilmesine neden olabilir. Bu nedenle, vergilerin kanuniliği ilkesi, eşitlik ilkesiyle sıkı bir ilişki içindedir ve vergilendirme işlemlerinin adil ve dengeli bir şekilde yürütülmesini sağlar (Yavaşlar, 2008).

Vergilendirme sürecinde yatay ve dikey adaletin sağlanması, vergi mükellefleri arasında adil bir denge kurulmasını ve her bireyin ekonomik kapasitesine uygun bir şekilde vergilendirilmesini gerektirir. Bu, vergi hukukunun adalet ve eşitlik ilkelerine dayalı bir yaklaşım benimsemesi ve her türlü ayrımcı uygulamadan kaçınması anlamına gelir. Dolayısıyla, vergi hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ve kanunilik, vergilendirme sürecinin adil, şeffaf ve hukuka uygun bir şekilde yürütülmesini sağlayarak mükelleflerin haklarını korur ve vergi adaletinin tesisi için temel bir rol oynar (Altay, 2021).

  1. Vergilemede Eşitlik Anlayışı ve Anayasa Mahkemesi Yaklaşımı

Vergilemede eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında, mükellefler arasındaki farklılıkların gözetilerek nispi eşitlik anlayışının benimsendiği bir yaklaşımla ele alınır. Anayasa Mahkemesi, yasama organının eşitlik ilkesine istisnalar getirebilmesinin sınırlarını belirlerken, “haklı neden” testini uygulamaktadır. Bu çerçevede, belli sosyal gruplara veya idarelere tanınan istisnaların, kamu yararı gibi haklı nedenlerle makul olduğu kabul edilmektedir.

Erken dönem kararlarında, örneğin davanın kabulü veya feragat nedeniyle reddine bağlı olarak farklı harç türlerinin öngörülmesi gibi farklı hukuki durumlar, eşitlik ilkesine aykırı bulunmamıştır. Bu kararlarda, kamu yararı ve ekonomik-sosyal gereklilikler gibi makul nedenlerin varlığı, kanuni düzenlemelerin eşitlik ilkesi açısından mazur görülebileceği şeklinde yorumlanmıştır (AYM, E.1970/36, K.1970/50, 24/12/1970).

Örneğin, 1987’de 3239 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesine ilişkin bir davada, Anayasa Mahkemesi, vergi borcu aslı 300.000 lirayı aşmayan mükellefler için getirilen af düzenlemesini Anayasa’ya uygun bulmuştur. Mahkeme, bu mükelleflerin aynı hukuki durumda olduğunu ve aralarında ayrım yapılmadığını, dolayısıyla yatay adaletin sağlandığını ifade etmiştir. Aftan yararlanma koşulunun kamu yararına dayandığı ve vergi ihtilaflarını azaltma, adaleti sağlama ve idari yükü azaltma gibi amaçlara hizmet ettiği belirtilmiştir.

1994’te 3986 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle ilgili bir başka davada ise, Anayasa Mahkemesi, vergilendirme alanlarının belirlenmesi ve vergi yükünün adil ve dengeli dağıtılması açısından mükelleflerin kişisel durumlarının önemine vurgu yapmıştır. Mahkeme, servet vergisi niteliğindeki bu düzenlemenin, vergi adaleti ve verginin mali güce göre alınması ilkeleriyle uyumlu olduğunu ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımı, devletin ekonomik gerekçelerle mükellefler arasında ayrım yapmasına karşı tutarlı bir çizgi izlemesi şeklinde özetlenebilir. Mahkeme, vergi ihtilaflarını azaltma, adaleti sağlama ve idarenin yükünü hafifletme gibi kamu yararına dayanan düzenlemeleri desteklemekte, vergi adaleti ve mali güce göre vergilendirme ilkeleriyle uyumlu kanuni düzenlemeleri onaylamaktadır. Bu yaklaşım, vergilemede eşitliğin mutlak ve tam bir anlayıştan ziyade, mükelleflerin farklı durumlarını ve ihtiyaçlarını dikkate alan nispi bir anlayışla ele alınması gerektiğini göstermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin kararları, vergi hukukunun, mükellefler arasında adil ve dengeli bir vergilendirme sağlamak için esnek ve duruma göre uyarlanabilir olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede, vergilemede eşitlik ilkesi, mükelleflerin kişisel durumlarına ve ekonomik kapasitelerine uygun bir şekilde uygulanmalı ve vergi yasalarının ve düzenlemelerinin adaletli, dengeli ve kamu yararına hizmet eder bir şekilde tasarlanması ve uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır (Saban, 2001).

Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında, vergilemede eşitlik ilkesine ilişkin incelemelerde, makul gerekçelere dayalı olarak belirli kişi veya gruplar için farklı kuralların benimsenmesinin hukuka uygun olabileceği vurgulanmaktadır. Anayasa’nın eşitlik anlayışı, hukuksal eşitliği temsil ederken, toplumsal gerçeklikten kaynaklanan eşitlik anlayışını doğrudan yansıtmamaktadır. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi, ekonomik, mali ve hukuki yapılarındaki farklılıklar nedeniyle üretim ve dağıtım sektöründe faaliyet gösteren işletmeler ile bankalar, sigorta şirketleri ve özel finans kurumlarının farklı oranlarda vergilendirilmelerinin Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen eşitlik ilkesiyle çelişmediğini ifade etmiştir (AYM, E.1994/91, K.1995/34, 18/07/1995). Bu bağlamda, net aktif vergisinin uygulanışında, matrahın ve oranın vergilendirilen ekonomik faaliyet alanlarına ve yükümlülüklere göre düzenlenmesi, ayrımcı bir muamele olarak değerlendirilmemektedir.

Bu yaklaşım, vergilemede eşitlik ilkesinin, yalnızca hukuki düzlemde değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal gerçekliklerin de dikkate alınarak yorumlanması gerektiğini göstermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu tavrı, vergi hukukunun, mükelleflerin çeşitli ekonomik faaliyetlerini ve piyasadaki farklı konumlarını göz önünde bulundurarak daha adil ve dengeli bir vergilendirme sistemi oluşturmayı amaçladığını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, vergilemede eşitlik ilkesi, mükelleflerin ekonomik güçleri, sektörel özellikleri ve faaliyetlerinin niteliği gibi faktörlerin dikkate alınarak uygulanmalıdır. Bu şekilde, vergi yükünün adil ve dengeli bir şekilde dağıtılması, ekonomik etkinliklerin teşvik edilmesi ve piyasa koşullarına uyumlu bir vergilendirme sisteminin oluşturulması hedeflenmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin vergilemede eşitlik ilkesine ilişkin yaklaşımı, hukuki normların yanı sıra ekonomik ve toplumsal dinamiklerin de vergilendirme politikalarının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynaması gerektiğini vurgulamaktadır (Altay, 2021).

Anayasa Mahkemesi, vergilemede eşitlik ilkesinin uygulanmasında, mükellefler arasındaki farklılıkları göz önünde bulundurarak, mutlak eşitlik yerine nispi eşitliği temel almaktadır. Özellikle, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 67’nci maddesinin incelendiği bir kararda, Anayasa Mahkemesi, dar mükelleflere yönelik vergi oranının %0 olarak belirlenmesinin iptaline karar vermiştir. Bu karar, vergilemede eşitlik ilkesine dair önemli prensipleri içermektedir (Ateş, 2006).

Anayasa Mahkemesi, vergilemede yapılan ayrımların, mükelleflerin ekonomik, mali ve hukuki yapılarındaki farklılıkları dikkate alarak yapılmasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olmadığını belirtmiştir. Bu durum, ekonomik faaliyetlerin çeşitliliğine ve mükelleflerin farklı mali yapılarına uygun vergileme sistemlerinin oluşturulması gerekliliğini vurgulamaktadır (AYM, E.2006/119, K.2009/145, 15/10/2009).

Kararda, menkul kıymetler ve sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılması sürecinde elde edilen gelirlerin stopaj yoluyla vergilendirilmesi sürecinde, tam ve dar mükellefler arasında yapılan ayrım ele alınmıştır. Tam mükellefler, Türkiye’de yerleşik olanlar ve Türk vatandaşlığına sahip kişiler olarak tanımlanırken, dar mükellefler Türkiye’de yerleşik olmayan ve sadece Türkiye’de elde ettikleri gelirler üzerinden vergilendirilen kişiler olarak tanımlanmıştır.

AYM, vergilemede eşitlik ilkesinin, mükelleflerin mali güçlerine göre vergi ödeme yükümlülüklerinin belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Aynı miktarda gelir elde eden tam ve dar mükellefler arasındaki yerleşim yeri temelli farklılıkların, mali güçlerinde bir farklılık oluşturmadığına dikkat çekilmiştir. Bu nedenle, mali güçleri aynı olan mükelleflerin farklı oranlarda vergilendirilmesi, eşitlik ilkesine aykırı bulunmuştur.

Anayasa Mahkemesi, mükellefler arasında yapılacak ayrımların, verginin temel yapısını bozmamalı ve anayasal ilkelere uygun olmalı gerektiğini belirtmiştir. Bu sınır çerçevesinde, mali güçleri aynı olan dar mükelleflerin vergi oranının sıfıra indirilmesinin, Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme, vergilemeyle ilgili anayasal denetimde, sınıflandırma ve karşılaştırmanın mali güce, yani gelirdeki büyüklük ölçüsüne göre yapılmak zorunda olduğunu vurgulamıştır. Bu karar, vergilemede eşitlik ilkesinin, mükelleflerin mali güçlerine göre adil ve dengeli bir vergi yükü dağılımını gerektirdiğini göstermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımı, mükelleflerin gelirlerindeki farklılıkları esas alarak, ikamet ettiği yer temelli yapılan ayrımların haklı bir nedene dayanmadığına karar vermiştir. Bu, “mali gücü aynı olanların aynı, mali gücü farklı olanların ise ayrı oranda vergilendirilmesi” gerektiğini ifade eden vergide eşitlik ilkesine uygun bir yaklaşımdır (AYM, E.2006/119, K.2009/145, 15/10/2009).

Anayasa Mahkemesi’nin vergileme sürecinde eşitlik ilkesine ilişkin tutumu, 5838 sayılı Kanun’un geçici 3’üncü maddesinin son cümlesinin iptali başvurusu üzerine verdiği kararda önemli bir örnekle ele alınabilir. Bu karar, vergi ödeme yükümlülüğünün yerine getirilmesinde mükellefler arasında eşitlik ilkesinin nasıl işlediğini ortaya koymaktadır. Söz konusu başvuru, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu kapsamında yanlış G.T.İ.P. kodu ile beyan edilen araçlar için getirilen bir düzenlemeye ilişkindir. Kanunun, yürürlük tarihinden önceki dönemler için özel tüketim vergisi tarhiyatının yapılmaması, yapılan tarhiyatların iptal edilmesi ve tahakkuk eden tutarların silinmesi yönünde hüküm içermesi, ancak tahsil edilmiş tutarların iade edilmemesi yönündeki hükmü tartışmalara neden olmuştur (Altay, 2021).

Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin, vergi ödeme yükümlülüğünün anayasal ve yasal çerçevede eksiksiz ve zamanında yerine getirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Devletin, vergilendirme yetkisinin anayasal ilkelerle sınırlandırıldığı, vergide yasallık, eşitlik, mali güç ve genellik gibi ilkelerle uyumlu bir şekilde hareket etmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, kanun koyucunun getirdiği bu düzenlemenin, vergisini ödeyen ve ödemeyen mükellefler arasında olumsuz bir fark yaratığını ifade etmiştir. Bu durum, vergisini ödeyen mükelleflerin aleyhine bir eşitsizlik oluşturmuş ve eşitlik ilkesini bozmuştur. Anayasa Mahkemesi, benzer hukuki durumda olan mükelleflere yapılan bu ayrımcı muameleyi meşru bir amaca hizmet etmediği için iptal etmiştir (AYM, E.2010/118, K.2011/170, 22/12/2011).

Bu karar, Anayasa Mahkemesi’nin vergileme sürecinde eşitlik ilkesine verdiği önemi ve mükellefler arasında adil bir vergilendirme sisteminin sağlanmasındaki kararlılığını göstermektedir. Mahkeme, vergi yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde mükellefler arasında ayrım yapılmasının, ancak haklı ve meşru nedenlerle mümkün olabileceğini vurgulamakta ve bu tür ayrımcı düzenlemelerin anayasal eşitlik ilkesiyle uyumlu olması gerektiğini belirtmektedir. Bu yaklaşım, vergileme sürecinde eşitliğin, sadece mükelleflerin mali güçlerine göre değil, aynı zamanda hukuki durumlarının benzerliğine göre de değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin kararları, vergilemede eşitlik ilkesinin, mükelleflerin adil ve dengeli bir şekilde vergilendirilmesini sağlama amacına hizmet ettiğini göstermektedir (Altay, 2021).

Anayasa Mahkemesi, ….. Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş.’nin bireysel başvurusunda vergilemede eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağını önemli bir örnek olarak ele almıştır. Başvuruda, indirimli vergi oranının uygulandığı dönemde gerçekleştirilen araç satışlarının muvazaalı olduğu iddiasıyla, üç kat vergi ziyaı cezasının uygulanmasına itiraz edilmiştir. Başvurucu, sektörde yapılan geniş çaplı bir vergi incelemesinin ardından, benzer durumda olan şirketler arasından sadece birkaçına, kendisinin de içinde bulunduğu, ağır vergi cezalarının uygulandığını belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, başvuruya ilişkin incelemesinde, benzer durumda olan mükelleflere farklı muamelenin varlığını ve bu muamelenin mülkiyet hakkı bağlamında objektif ve makul bir temele dayanıp dayanmadığını değerlendirmiştir. Mahkeme, aynı sektörde faaliyet gösteren ve vergi incelemesine tabi tutulan şirketler arasında, vergi ziyaı cezası miktarı bakımından yapılan ayrımın “benzer durumda” olan mükellefler arasında bir fark yarattığını tespit etmiştir. Mahkeme, vergi işlemleri ve ceza uygulamalarında aynı konumda olan kişilere farklı muamele yapılmasının, kamu makamları tarafından bu farklılığı haklı çıkaracak makul ve nesnel gerekçelerle desteklenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ancak, başvurucunun yeniden inceleme talebinin ardından hazırlanan raporda, farklı vergi müfettişlerinin ve rapor değerlendirme komisyonlarının çalışmaları sonucunda ortaya çıkan farklılıkların yeterli bir gerekçe oluşturmadığı sonucuna varılmıştır. Mahkeme, vergi dairesinin bu farklı durumları önleyecek bir planlama yapmamasını eleştirmiş ve somut olayda, aynı sektörde ve belirli bir vergi konusunda yapılan sınırlı incelemede farklı sonuçlara ulaşılmasının makul bir sebebinin olmadığını belirtmiştir (Öncel vd., 2020).

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi, benzer durumda olan mükellefler arasında yapılan ayrımcı muameleyi hukuka aykırı bularak, başvurucu şirket lehine mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu karar, vergilemede eşitlik ilkesinin, mükelleflerin hukuki ve mali durumlarına göre adil ve dengeli bir yaklaşımla uygulanması gerektiğini ve keyfi ayrımcılıkların kabul edilemez olduğunu vurgulamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı, vergi adaletinin sağlanmasında önemli bir referans noktası olarak değerlendirilebilir.

Sonuç

Vergilemede eşitlik ilkesi, adil bir toplum yapısının inşasında ve sürdürülebilir bir ekonomik düzenin sağlanmasında merkezi bir role sahiptir. Vergi adaletinin sağlanması ve mükelleflerin ekonomik kapasitelerine uygun bir şekilde vergilendirilmesi, sosyal huzurun ve ekonomik istikrarın temel taşlarından biridir. Vergilemede eşitlik ilkesinin uygulanması, mükelleflerin yükümlülüklerini adaletli bir şekilde paylaşmalarını sağlar ve vergi yükünün adil bir şekilde dağıtılmasını temin eder.

Bu çalışmanın sonucunda, vergilemede eşitlik ilkesinin, sadece hukuki bir gereklilik olmanın ötesinde, sosyal adaletin ve ekonomik verimliliğin sağlanması için de hayati önem taşıdığı vurgulanmıştır. Eşitlik ilkesine uygun olarak tasarlanmış ve uygulanmış vergi sistemleri, toplumsal refahın artırılmasına ve ekonomik kaynakların etkin kullanılmasına katkıda bulunur. Ancak, vergilemede eşitlik ilkesinin uygulanmasında karşılaşılan zorluklar da göz ardı edilmemelidir. Ekonomik çeşitlilik, mükelleflerin farklı ekonomik koşulları ve vergi politikalarının karmaşıklığı, eşitlik ilkesinin her durumda tam olarak uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, vergi politikalarının ve uygulamalarının sürekli olarak gözden geçirilmesi, adaletli ve etkin bir vergilendirme sisteminin sürdürülebilirliği için önemlidir.

Sonuç olarak, vergilemede eşitlik ilkesi, toplumun her kesiminden mükelleflerin adil bir şekilde katkıda bulunmalarını sağlayarak toplumsal adaletin ve ekonomik istikrarın korunmasına yardımcı olur. Devletin, vergi politikalarını ve uygulamalarını sürekli olarak değerlendirerek, eşitlik ilkesine uygunluğunu ve sosyo-ekonomik koşullarla uyumunu sağlaması gerekmektedir. Bu çalışma, vergilemede eşitlik ilkesinin önemini vurgulamakta ve bu ilkenin toplumun genel refahına nasıl katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle, vergilemede eşitlik ilkesinin, hem mükelleflerin haklarının korunması hem de adil bir toplum yapısının inşası açısından sürekli olarak güçlendirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir.

 

 

Kaynakça

Ahmet TEKİN, Yrd. Doç. Dr -Öner GÜMÜŞ, Arş. Gör.,Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi – Sayı 39 – Ocak 2014
1982 ANAYASASI’NDA YER ALAN VERGİLEME İLKELERİNİN FELSEFİ TEMELLERİ

Altay, Ö. (2021). Vergi Hukukunda Uzlaşmanın Vergide Eşitlik İlkesi Bağlamında Anayasa’ya Uygunluğu. Anayasa Yargısı, 38(1), 285-316.

Ateş, L. (2006). Vergilendirmede Eşitlik, İstanbul: Derin Yayınları.

Budak, T. (2010). Türk Vergi Hukukunda Anayasal Ölçüt: Mali Güç, İstanbul: XII Levha Yayınları.

Öden, M. (2003). Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Ankara: Yetkin Yay., s. 25-41.

Öncel, M., Kumrulu, A., Çağan, N. ve Göker, C. (2020). Vergi Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi

Saban, N. (2001). Vergi Suçlarında Affı Anayasa ile Sorunsallaştırmak, Anayasa Yargısı, 17(1).

Şenyüz, D. (2013). Eşitlik İlkesinin Vergi Yaptırım Hukuku Bakımından Anlamı, Vergi Yaptırım Hukuku Sisteminin Sorunları ve Yeniden Yapılandırılması başlıklı Sempozyum Metninde Sunulan Yayına Esas Tebliğ, İKÜ Hukuk Fakültesi, İstanbul, 20-21 Mart 2013.

Yavaşlar, F. B. (2008). Türk Vergi Hukuku’nda Uzlaşma, Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 25(2), 309- 337.

 

Sıradaki Makaleler

“Biz Vergiyi Size Sevdiremeyiz Ama Onu Size Kolaylaştırabiliriz” Hollanda Gelir İdaresi   GİRİŞ Vergi ödemek, temel bir vatandaşlık görevidir. Vergi uyumu, vergi kadar eski bir...
Giriş Vergi sisteminde mükelleflerin yükümlülükleri, Vergi Usul Kanunu kapsamında düzenli bir şekilde tanımlanmıştır. Bu kapsamda, mükellefler, işe başlama, iş veya ikametgah adresindeki değişiklikler ve işi...